• BIST 9878.66
  • Altın 2880.724
  • Dolar 34.0717
  • Euro 38.0378
  • İzmir 22 °C

Terörle Mücadelede Tutarlılık ve Kararlılık Esastır

Terörle Mücadelede Tutarlılık ve Kararlılık Esastır
Gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Fırat Kalkanı Harekâtının planlandığı şekilde devam ettiğini vurgulayarak, “Münbiç noktasında, YPG/PYD’nin bütün unsurlarının buradan çekilmesi konusundaki tavrımız çok

Gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Fırat Kalkanı Harekâtının planlandığı şekilde devam ettiğini vurgulayarak, “Münbiç noktasında, YPG/PYD’nin bütün unsurlarının buradan çekilmesi konusundaki tavrımız çok nettir. Bu konuyu Amerikalı yetkililerle düzenli olarak görüşüyoruz. Bize verilen sözler çerçevesinde, Münbiç’ten şu an itibariyle YPG unsurlarının tamamının çekilmiş olması gerekirdi” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir basın toplantısı düzenledi. Gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda şunları söyledi:

“Endonezya’da meydana gelen deprem faciasında da 100 civarında yaşam kaybı olduğu bilgileri geldi, bu vesileyle Endonezya halkına ve devletine taziyelerimizi iletiyoruz.

Aynı şekilde Türk siyasetinin duayenlerinden, ‘Türk siyasetinin İsmet Ağabeyi’ olarak bilinen Sayın İsmet Sezgin’in vefatı münasebetiyle başta ailesi olmak üzere bütün arkadaşlarına ve siyaset camiasına başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum. Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanımız da hem bir taziye mesajı yayınladılar, hem de ailelerini arayarak kendileri bizzat taziyelerini ilettiler.

“PKK, DEAŞ VE FETÖ’YE KARŞI ETKİN BİR MÜCADELE VERİYORUZ”

Arkadaşlar, bildiğiniz gibi terörle mücadele konusunda ülkemiz bütün güvenlik birimleriyle kararlı bir şekilde çalışmalarını sürdürmektedir. Bugün Türkiye NATO üyesi bir ülke olarak 3 terör örgütüyle, PKK, DEAŞ ve FETÖ başta olmak üzere etkin bir mücadele vermektedir. Bu şekilde aynı anda içeriden, dışarıdan saldırıya geçmiş 3 terör örgütüyle mücadele eden bir başka NATO üyesi ülke söz konusu değildir. FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, FETÖ’nün devletin farklı birimlerine yuvalanmış olan hücrelerinin temizlenmesi konusundaki mücadele kararlı bir şekilde sürdürülmektedir. Bildiğiniz gibi OHAL de zaten bu çerçevede alınmış bir karardı.

Ayrıca, özellikle FETÖ’nün güvenlik güçlerimize, polis teşkilatımıza, Türk Silahlı Kuvvetlerimize sızdırılmış olan elemanların temizlenmesinden sonra, terörle mücadele konusunda Türkiye çok daha etkin ve kararlı bir noktada bulunmaktadır. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’nin güvenlik ve terörle mücadele konusunda bir zafiyet içine düşeceğini bekleyenler, umanlar ya da zannederler aslında büyük bir yanılgı içinde olduklarını da bugün itibarıyla görmüş bulunmaktadırlar.

“FIRAT KALKANI HAREKÂTI KARARLI BİR BİÇİMDE DEVAM EDİYOR”

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, 15 Temmuz menfur darbe girişiminden hemen 5 hafta sonra Türkiye’nin kendi millî imkân ve kabiliyetleriyle başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı bugün 107. gününde ve planlandığı şekilde kararlı bir biçimde devam etmektedir. Özellikle El-Bab civarındaki hareketlilik hepinizin malumudur. Tabi özellikle El-Bab içerisinde DEAŞ terör örgütünün yaptığı büyük yığınaktan dolayı da burada çok dikkatli hareket edilmesi büyük önem arz ediyor. Şu an itibariyle takriben bin 800 kilometrekarelik bir bölge, Cerablus’tan Azez’e ve Azez’in güneyine, El-Bab bölgesine kadar terörden tamamen temizlenmiş durumdadır. Bu hem bizim ulusal güvenliğimiz, hem de o bölgede yaşayan Suriye halkı açısından büyük önem arz etmektedir. Bu konudaki çalışmalarımız da aynen planlandığı, kararlaştırıldığı gibi devam edecektir.

“TERÖRLE MÜCADELEDE ÖZGÜRLÜK-GÜVENLİK DENGESİNİN GÖZETİLMESİ ÖNEMLİ”

PKK terörüyle mücadele söz konusu olduğunda da, burada gene bütün güvenlik birimlerimiz, askeriyle, polisiyle, korucusuyla, sivil idaresiyle topyekûn bir mücadele vermektedir. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra devlet-millet yakınlaşmasının daha da güçlendiği, kuvvetlendiği bir dönemde teröre, onun hem örgütsel uzantılarına, hem siyasal, hem medyatik unsurlarına ya da uzantılarına çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Bu mücadele de kararlı bir şekilde sürdürülecektir.

Tabii terörle mücadelede özgürlük-güvenlik dengesinin gözetilmesi de büyük hassasiyet ve önem arz etmektedir ve bu konuda bütün devlet kurumlarımız, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere bu hassasiyeti her vesileyle dile getirmekte ve kararlar da buna göre alınmaktadır. Bu çerçevede de terörle mücadelede eşit vatandaşlık, temel hak ve hürriyetlerin korunması noktasında bütün vatandaşlarımızın can, mal güvenliğinin sağlanması ve özgürlük haklarının korunması noktasında terörle mücadele hassasiyetle ve büyük bir özenle sürdürülmeye devam edecektir.

“TÜRK LİRASINA SAHİP ÇIKAN VATANDAŞLARIMIZA TEŞEKKÜR EDİYORUZ”

Burada 15 Temmuz darbesinden sonra Türkiye’ye yönelik saldırıların ekonomik boyutu da bildiğiniz gibi bir müddettir gündemimizde. Askerî yöntemlerle, algı operasyonlarıyla hedeflerine ulaşamayanlar, bu sefer farklı enstrümanları devreye sokmak suretiyle Türkiye’yi zaaf içerisine düşürmeye çalışıyorlar, bu bildiğimiz bir gerçek. Buna karşı da devletimizin, hükûmetimizin aldığı tedbirler hamdolsun bu planları da boşa çıkartmış bulunmaktadır. Özellikle Cumhurbaşkanımızın son 10 gündür Türk Lirasına sahip çıkın çağrısıyla başlayan kampanyanın neticelerini de bugün itibarıyla görmeye başladık. Bu konuda Türk Lirasına, kendi millî parasına sahip çıkan vatandaşlarımıza, iş adamlarımıza, kurumlarımıza teşekkür ediyoruz. Ve bu konudaki duruşumuz kararlı bir şekilde devam edecektir.

Türkiye ekonomisi bünyesi sağlam bir ekonomidir, yatırımlarıyla, dış ticaretiyle, sanayisiyle, yabancı sermayesiyle, uluslararası sermayesiyle her alanda güçlü bir şekilde etkinliğini sürdürmektedir. Bu konuda özellikle bugün Sayın Başbakanımızın da saat 15.00’te Ekonomi Koordinasyon Kurulunun kararlarını açıklamasıyla bu çalışmaların kapsamı ve sürekliliği de sağlanmış bulunmaktadır. Özellikle Başbakanımızın yapacağı açıklama çerçevesinde de alınacak tedbirler hem ekonomimizi koruma, hem millî paramızı koruma noktasında ekonomimizi mutlaka rahatlatacaktır. Bu konuda ben tekrar hassasiyet gösteren bütün vatandaşlarımıza teşekkürlerimizi ifade etmek istiyorum.

“CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ KONUSUNDA MÜZAKERELER SÜRMEKTE”

Bir diğer konu, yine bildiğiniz gibi son dönemde iç siyaset gündemimizi oluşturan konulardan bir tanesi de cumhurbaşkanlığı sistemi konusu. Bildiğiniz gibi bu konuda AK Partiyle Milliyetçi Hareket Partisi arasında yürüyen bir müzakere süreci var. Şu ana kadar görüşmelerin gayet olumlu geçtiğini biliyoruz, temel konularda mutabık kalındığını; fakat hâlâ müzakerelerin devam ettiğini ifade etmek isterim. Burada hem Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, hem de Milliyetçi Hareket Partisi bir bütün olarak hakikaten Türkiye’nin önünü açacak çok önemli bir adıma öncülük yaptılar.

Türkiye’de daha etkin bir yönetim modeline geçmek, kuvvetler ayrılığının daha net bir şekilde ortaya konduğu bir yönetim şeklini hayata geçirmek için tarihî bir dönemden geçiyoruz. Önümüzdeki günlerde neticelendirilecek olan bu müzakereler sonucunda da bu tasarı, anayasa değişikliği bir paket hâlinde Meclise gelecek. Gerekli desteği alması hâlinde, yani 330 sayısına ulaşması hâlinde de bildiğiniz gibi önümüzdeki aylarda bir referandum süreci yaşayacağız. Biz de Cumhurbaşkanlığı olarak bu süreci yakından takip etmeye devam ediyoruz. Şu anda tabi ki dediğim gibi iktidar partisiyle Milliyetçi Hareket Partisi arasında yürüyen, Meclis çatısı altında sürdürülen bir süreç var. Referandum ve diğer aşamaları söz konusu olduğunda da milletimizin de bu sürece desteğinin tam olacağından biz eminiz.

“SURİYE REJİMİ, HALEP’TE AÇIKÇA BİR İNSANLIK SUÇU İŞLİYOR”

Dış politikayla ilgili birkaç konuya temas etmek istiyorum bu vesileyle. Özellikle Suriye sahasında Halep’te yaşanan hadiseler hepimizi çok ciddi bir şekilde kaygılandırmaktadır. Rejim, Halep’te açıkça bir insanlık suçu ve savaş suçu işlemeye devam etmektedir. Nitekim rejimin başındaki kişinin bugün basına yansıyan açıklamalarından da gördüğümüz kadarıyla, rejim hiçbir ateşkese, hiçbir formüle açık değildir. Bu da aslında Halep’te ve diğer bölgelerde rejimin asıl niyetinin ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu insanlık dramına bir dur denmesi için bütün uluslararası toplumun da harekete geçmesi gerekiyor.

Bizim özellikle bu noktada Halep’te bir ateşkes sağlanması ve insani yardımların ulaştırılması noktasında bildiğiniz gibi özellikle Rusya Federasyonuyla yürüttüğümüz yoğun bir diplomasi trafiği var. Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuyla ilgili olarak Sayın Putin’le 3 telefon görüşmesi yaptılar. Dün Rusya’dan dönen Sayın Başbakanımız orada hem Sayın Putin’le, hem Sayın Medvedev’le bu konuları ele aldı. Bizim yine bugünkü çağrımız; çatışmaların, saldırıların bir an önce durması, insani yardımların ulaştırılması ve daha geniş kapsamda da siyasi bir geçiş süreci için gerekli adımların atılmasıdır. Tabii bu çerçevede Türkiye olarak biz insani yardım noktasında üzerimize düşen görevi yerine getirmeye devam ediyoruz. Uluslararası toplum, bölgesel aktörler bu konuda adım atsalar da, atmasalar da Türkiye bu konudaki insani, vicdani sorumluluğunu yerine getirmeye devam edecektir.

“MÜNBİÇ’TE, HAYATIN NORMALLEŞMESİ BİRİNCİ HEDEFİMİZ”

Yine Suriye bağlamında Türkiye’nin desteğiyle yürütülen Fırat Kalkanı Harekâtı da daha önce de ifade ettiğim gibi planlandığı şekilde devam etmektedir. Bu arada Rakka ve Münbiç bağlamında da bildiğiniz gibi özellikle Münbiç noktasında bizim YPG’nin, PYD’nin bütün unsurlarının buradan çekilmesi konusundaki tavrımız çok nettir. Bu konuyu da Amerikalı mevkidaşlarımızla, yetkililerle düzenli olarak görüşüyoruz. Bize verilen sözler çerçevesinde Münbiç’ten şu an itibariyle aslında YPG unsurlarının tamamının çekilmiş olması gerekirdi. Biz kendi kaynaklarımızdan bunu teyit edene kadar bu konudaki ısrarımızı da sürdüreceğiz. Ama genel olarak Münbiç’in DEAŞ’tan temizlenmesi, tıpkı Cerablus’un temizlenmesi gibi sevindirici bir hadisedir. Ve Münbiç’in de bundan sonra Münbiç’in yerel kent konseyi tarafından yönetilmesi birinci hedeftir. Hür Suriye Ordusu mensupları ve diğer Suriyeli muhaliflerle beraber Münbiç halkının şehrin yönetimini ele alması ve hayatın normalleşmesi orada bizim birinci hedefimizdir.

“DEAŞ’I, YPG VE BENZERİ YAPILARLA ORTADAN KALDIRMAK MÜMKÜN DEĞİL”

Bunu yapabilmek için de tabii ki terörle iltisaklı hiçbir grubun orada bulunmaması büyük önem arz ediyor. Bizim daha önce de ifade ettiğimiz gibi bir terör örgütünü, yani DEAŞ’ı bir başka terör örgütüyle, YPG ve benzeri yapılarla bertaraf etmeniz, ortadan kaldırmanız mümkün değildir. Terörle mücadelede tutarlılık ve kararlılık esastır. Rakka’yla ilgili de bakış açımız aynıdır, o konuda da Rakka’nın şu anda izole edilmesi, çevrelenmesi konusunda bir operasyon devam ediyor, fakat bildiğiniz gibi Rakka DEAŞ’ın Suriye’deki en önemli üssüdür. Burayla ilgili operasyonun da büyük bir hassasiyetle yürütülmesi önem arz etmektedir.

“MUSUL’DA SİVİL KAYIPLARIN ÖNLENMESİ İÇİN AZAMİ HASSASİYET GEREKİYOR”

Musul bağlamında da biliyorsunuz DEAŞ’la mücadele yoğun bir şekilde devam ediliyor Irak’ta. Musul, Telafer ve Sincar hattında, yani doğudan batıya doğru o hat üzerinde özellikle bu üç şehirdeki hareketliliği biz de çok yakından takip ediyoruz. Bildiğiniz gibi biz daha önce de Başika kampında eğittiğimiz Musul gönüllüleri ve Peşmerge üzerinden de bu operasyonlara katkı vermeye devam ediyoruz. İlgili arkadaşlarımız, Irak makamlarıyla da temas hâlinde bu sürece destek verdiklerini ifade ediyorlar, biz de onlarla yakın temas hâlindeyiz. Musul’da operasyonun şu ana kadar planlandığı şekilde devam etmesi elbette memnuniyet vericidir. Şu ana kadar Dicle Nehrinin doğusu büyük oranda temizlenmiş durumda DEAŞ’tan. Şehrin asıl nüfus yoğunluğunun olduğu Dicle’nin batısına geldiğimiz zaman Musul’un içerisinde burada daha yoğun, zorlu bir çatışmanın olacağı anlaşılıyor ki şu anda da zaten bu yaşanıyor. Burada sivil kayıpların önlenmesi için azami hassasiyetin ve gayretin gösterilmesi de büyük önem arz ediyor.

Telafer’le ilgili olarak da, daha önce Haşdi Şabi’nin Telafer’e girmesi ihtimali karşısındaki hassasiyetlerimizi ifade etmiştik. Zira böyle bir durum, yani Şii milis grupların Telafer’e girmesi, oradaki mezhebi gerginliği artıracak, şehrin barışa ve huzura kavuşmasından ziyade yeni ihtilafların çatışmaların ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı uyarıların karşılık bulması da memnuniyet vericidir. Iraklı makamlar da bu konularda Haşdi Şabi’nin Telafer’e girmeyeceği konusunda kendileri de hem teyit edici açıklamalar yapmışlardır, hem de bu yönde adımlar attıklarını görüyoruz. Özellikle Telafer’in kurtarılması ve DEAŞ sonrası Telafer’in yönetimi ve imarı konusunda Şii ve Sünni Türkmenlerden oluşan 2 bin kişilik bir gücün oluşturulması kararı memnuniyet vericidir, biz de bunu sonuna kadar destekliyoruz.

“IRAK TÜRKMENLERİ, BİRLİK BERABERLİK İÇİNDE HAREKET ETMELİ”

Bu çerçevede dün bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız Irak Türkmenlerinden oluşan geniş bir heyeti burada, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kabul ettiler. Şii ve Sünni Türkmenlerden oluşan bu heyetin birlik ve beraberliği, aynı zamanda Türkmenlerin Irak’taki mevcudiyeti, barışı, birliği açısından da büyük önem arz ediyor. Biz dünkü toplantıdan son derece memnuniyet verici, umutlandırıcı sonuçlarla ayrıldık. Özellikle Türkmenlerin Şii olsun, Sünni olsun, Telaferli olsun, Kerküklü olsun, Tuzhurmatulu olsun, Erbilli olsun birlik beraberlik içerisinde hareket etmeleri, Irak sahasında onların temel hak ve hürriyetlerinin ve çıkarlarının korunması açısından tabii ki büyük önem arz ediyor.

Tabii ki bizim Türkmenlerle özel bir ilişkimiz vardır, tarihî, kültürel bağları çok eski olan bir ilişkimiz vardır. Ve biz Irak’ın bütünlüğü içerisinde Türkmen kardeşlerimizle bu yakın ilişkimizi de tabii ki devam ettireceğiz. Özellikle Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliği konusundaki hassasiyetimiz son derece açık ve nettir. Bugüne kadar nasıl Irak’taki farklı dini, etnik ve mezhebi gruplarla, yani Araplarla, Sünnilerle, Şiilerle, Kürtlerle, Hristiyanlarla, Yezidilerle yakın ilişkilerimiz olmuş, dostane ve kardeşlik ilişkisine dayalı bir muamele şeklimiz olmuşsa bundan sonra da bütün gruplarla Türkmenler de dâhil olmak üzere bu politikamızı aynen devam ettireceğimizi ifade etmek isteriz.

“SİNCAR’IN İKİNCİ KANDİL OLMASINA MÜSAADE ETMEYİZ”

Tabii ki bu Musul, Telafer, Sincar operasyonları devam ederken DEAŞ sonrası durumla ilgili de ihtimaliyet planlarının yapılması, şehirlerin yeniden imar edilmesi, buraya insani yardım gönderilmesi konusunda da biz gerekli tedbirleri almış bulunuyoruz, bu konuda da her türlü iş birliğine hazır olduğumuzu bu vesileyle bir kez daha ifade etmek isteriz.

Sincar bağlamında da PKK’nın oradaki mevcudiyeti hepimiz için büyük endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Yezidileri DEAŞ’a karşı savunuyoruz bahanesiyle PKK’nın orada kendine alan açmaya çalışması asla ve asla kabul edilemez. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Sincar’ın bir ikinci Kandil olmasına Türkiye olarak biz müsaade etmeyiz. Bu konuda da hem Iraklı makamlarla, hem oradaki yerel aktörlerle temaslarımız yoğun bir şekilde devam etmektedir.

AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER

AB süreciyle ilgili olarak da; bildiğiniz gibi özellikle 2016 yılının sonuna yaklaştığımız şu günlerde daha önce planlanan, açıklanan takvimin işlememiş olması elbette üzüntü vericidir. Zira 2016 yılı içerisinde Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde de, Türkiye-AB Mülteci Anlaşması çerçevesinde bildiğiniz gibi Türk vatandaşlarının Schengen Vize Sistemine dâhil edilmesi süreci tamamlanacaktı. Ayrıca, Avrupa Birliğinin Suriyeli mülteciler için vaat ettiği 3 milyar avroluk fonların da Türkiye’ye aktarılması tamamlanacaktı. Fakat bugün itibariyle şurada yılın bitmesine yaklaşık bir üç hafta kaldı, maalesef bu sözlerin yerine getirilmediğini, bu süreçlerin eksik kaldığını görüyoruz.

Tabii eş zamanlı olarak Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağcı popülist politikalar da bizim için endişe kaynağıdır. Yani Avrupa’nın ana akım siyasetinin özellikle seçim atmosferinde aşırı sağcı, ırkçı, yabancı karşıtı, göçmen karşıtı, İslam karşıtı, Türkiye karşıtı çevrelerin ve söylemlerin tahakkümüne girmesi bizim açımızdan da, Avrupa açısından da bir endişe kaynağıdır. Bu konudaki kaygılarımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Zira önümüzdeki yıl aslında bugün itibariyle bu başladı, İtalya’daki referandumla başladı diyebiliriz. Önümüzdeki 8-10 ay içerisinde Avrupa’da birçok seçim yapılacak. Ve bu seçim atmosferinde siyasi popülizme prim verme yerine, Avrupa ana akım siyasetçilerinin ve makul siyasi önderlerin, liderlerin bu gidişe bir dur demesi ve ana akım siyaseti tekrar olması gereken makul çizgiye çekmesi gerekir. Bu konudaki hassasiyetin de muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bundan sonra Türkiye-AB ilişkileri sürecinin nasıl işleyeceğine dair olarak da, ilgili olarak da üç noktanın altını çizmek istiyorum; bu, bu sürecin önünü açacak önemli adımlar olacaktır.

“AVRUPA, MÜLTECİLERLE İLGİLİ ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMALI”

Birincisi; bu Schengen vize liberalizasyon meselesinin artık sonuçlandırılması ki aslında yani Schengen’e dâhil olmak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yıllar önce elde etmiş olması gereken bir haktı. Fakat bu iş sürekli ötelendi. En azından artık bu geldiğimiz noktada Schengen meselesinin çözülmesi ve Türk vatandaşlarının buraya vizesiz seyahatinin sağlanması önem arz ediyor.

İkinci olarak; mültecilerle ilgili yük paylaşımı konusunda yine Avrupalıların üzerine düşen görevi yapmasını bekliyoruz. Türkiye olarak biz bu konuda üzerimize düşeni fazlasıyla yapıyoruz. Avrupa Birliği’nden veya başka yerlerden destek gelse de, gelmese de Türkiye Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği şekliyle açık kapı politikasını uygulamaya devam edecektir. Bu bizim en temel insani, vicdani sorumluluğumuzdur. Fakat bu sorumluluğun paylaşılması herhâlde başka ülkelerin de, başka aktörlerin de vicdani, insani ve siyasi bir sorumluluğudur diye düşünüyoruz.

Mültecilerle ilgili fon konusunda da bildiğiniz gibi 3 milyar avroluk bir yardım paketi söz konusu idi, şu ana kadar bunun yaklaşık 670 kusur milyon avrosu ancak aktarılabilmiştir. 1.2 milyar avronun tahsil edildiği, ama henüz aktarılamadığı ifade ediliyor. Tabii daha önce de söylediğimiz gibi, bu para Türkiye’nin kasasına girmiyor, bu para Türkiye’deki mülteciler için harcanıyor. Dolayısıyla burada Türkiye’ye bir lütuf yapılıyor, lütuf veriliyor gibi asla bakmamak lazım. Tam tersine Avrupa kendi güvenliğini sağlamak için, kendi sokaklarını mülteci akınlarına karşı korumak için bu yükün altına giriyor. Ama maalesef burada bile yeteri kadar hızlı ve verimli hareket edemediğini görüyoruz. Umarım bu konuda da AB bürokrasisi biraz daha hızlanır ve bu sorunun çözümü konusunda olumlu adımlar atar. / EGE BASIN GRUBU

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.