ESKİCİ ARİF USTA
Cevat Yıldırım
22 Kasım 2016 Salı 12:09
ALİAĞA VE ÇEVRESİNDEN ÖYKÜLER -1-
Cevat Yıldırım / Ege Hakimiyet Gazetesi
ESKİCİ ARİF USTA
Eskicilik asıl ağabeyimin mesleğiydi. Onunla iki yıl birlikte çalıştık. İşi beraber yürüttük. O, burası ikimize yetmez diyerek İzmir – Bornova’ya göç etti. Biz bu kasabada kaldık. Eskiciliği devraldık. Tamir ettik. Yeni yaptık. Pazarda sattık. Çok para kazandık.
Hemşeriler arasında saygın bir yerimiz oldu.
Tabi bu kasabada doğmadım. Geldiğim memleket, yüzü Avrupa’ya dönük Selanik’tir İlk gençliğim bu şehirde geçti. Bu kasabada oturanlar Provişta, Vezme gibi köylerden göçmüşler. Benim ailem kentliydi. Orada ilk işim testicilikti. Selanik’te Rum ustam iyi bir adamdı. Üç sene onun yanında çalıştım. Sanatı öğrendim. Onun testilerini mahallede ben satardım. Haftalığımı verince kendime gazoz parasını ayırır, kalanını anneme verirdim. Bir gün çarşıda, bağrışmalar, çağrışmalar oldu.
– Geliyor, dediler.
Orta yaşlı bir kadın dükkâna sığındı. Sokaktan koşarak geldi. Göğsü körük gibi yukarı- aşağı inip çıkıyordu. Ustam;
—Arif bir tas su ver dedi. Yeni testiden suyu doldurup kadına uzattım. Kadın birkaç yudum aldı. İçemedi. Kesik kesik öksürmeye başladı. Ustam;
—Bayan Evdoksia ne oldu sana? Anlat.
—Geliyor, geliyor.
—Kim geliyor?
—Kamal, Kamal geliyor. Ustam kapıdan başını dışarı uzatıp baktı. Kalabalık sağa-sola kaçarak bağırıyor.
—Kaçın, kaçın Kamal geliyor.
Sonradan anladım ki, Yunanlılar Atatürk’ün adını Kemal yerine, Kamal diye telaffuz ediyor. Anadolu’da Yunan cephesi bozulmuş. Gazeteler Yunan askerinin ellerini kaldırıp teslim olduğunu gösteren resimleri basmışlar. Yunanlılar çok korkmuş. İzmir’den gelen bir bayan Amerikan gemisinden inip kardeşlerine kavuşunca başlarına gelen kötü günleri anlatmış. Çocuklardan biri Mustafa Kemal adını duyunca ninesinin eteğine yapışıp,
—Kamal, Kamal diyerek ağlayınca gemiden inenler arasında panik olmuş. Sesler çoğalınca etrafa koşanlar olmuş. Ustamın mahallesinde oturan kadın da korkudan çalıştığım dükkâna dalıverince gerçekten dedikodu nedeniyle insanların nasıl telaşlandığını gözlemledim. Ustam kadının yüzüne bakarak;
—Korkma, komşum. Kamal buraya gelmez.
— İyi Mihail Usta, onun için Selanikli diyorlar.
—Orası öyle Bayan Evdoksia, o şimdi Türklerin Başkomutanı. Doğduğu yer bizde kaldı.
—Buraya sahiden gelmez mi?
—Korkma, korkma dedik ya!
Dükkândan çıktım. Bir koşuda eve geldim. Bizim evde ve komşularımızda da gizli bir sevinç vardı. Fakat bunu pek etrafla paylaşmazlardı. Ertesi sabah iş yerime tekrar gittim. Ustam, oğlum ben köye gidip, hasat işlerini ayarlayacağım. Dükkânı sen aç dedi. İki gün dükkânda oturdum. Canım sıkıldı. Limana gittim. Birçok gemi vardı. Rumlar konuşuyordu. Şu görülen İtalyan gemisi gece İzmir’e gidecekmiş. Eve koştum, yeni elbiselerimi giydim. Anneme söylemedim. Bütün gün Selanik’te dolaştım. Akşam karanlığında limana indim. Etrafı gözledim. Kimseler yoktu. İp merdivene tırmandım. Gemiye girip saklandım. Sabaha doğru yerimden çıktım. Güverteye doğru yürüdüm. Bana kimse “necisin” diye sormadı. Gemide Rodos’tan gelen bir Türk vardı. Onunla ekmeğimizi paylaştık. Geminin güvertesinden kamaralara giderken merdivene yakın bir yelek asılıydı. Kimse dokunmuyordu. Aldım. İzmir’e yaklaşırken o yeleği giydim. Ceplerini yokladım. Altın doluydu. Sabah İzmir’e indiğimizde ceplerimin doluluğundan kendime güven duydum. Altınların iki tanesini bozdurdum. Alsancak tarafı yanıklıktı. Sonradan oraya fuar kurdular. Anafartalar caddesinde oteller, aşhaneler vardı. Karnımı doyurdum. Gece Türk otellerinde yattım. Tam bir ay İzmir’in her tarafını gezdim. Canım sıkıldı. Yine bir Avrupa gemisiyle memlekete döndüm.
Aradan altı ay geçmişti. Bizimkiler mübadeleyi konuşuyordu. Bir yıl daha bekledik. Annem, ağabeyim, yengem, onların biri büyük, biri küçük oğluyla Türk gemisine binip İzmir’e geldik. İzmir’de iki hafta kaldık. Selanik’ten bir tanıdığımız vardı.
—Siz burada yapamazsınız, en iyisi siz Aliağa Çiftliği’ne gidin. Orada iş bulursunuz. Ağabeyimin ailesi, annemle ben Aliağa’ya geldik. Burası güzeldi. Fakat bize göre iş yoktu. Samurlu ve Güzelhisar ovalarında bir-iki yıl tütün diktik. Ağabeyim azıcık sermaye toplayınca eskici dükkânı açtı. Ben de ona yardım ediyordum. O yıllarda millette pek fazla para yoktu. Tamir yaptırmıyor. Ayakkabısız geziyordu. Ağabeyimin çocukları da büyüyordu. Gelecekte onlar ne iş yapacaktı. Arkadaşlarının biri ağabeyimi ortak olarak İzmir’e çağırmış. Göçü yükledi. At arabasıyla İzmir’e gitti. Yengem de tütün fabrikasında iş buldu. Dükkânda yalnızdım. Gayretle eskiciliği öğrendim. İzmir’den yeni pabuçlar getirip sattım. İş annemle ikimizi idare ediyordu.
İkinci savaştan sonra kasabada pamuk, buğday ve tütün ekimi çoğaldı. Harman sonu veresiye diye iş bağlayınca kazancım da katlandı. Haftada bir Bağarası’na, bir de Helvacı köye gidip sergi açtım. Evlendim. Çocuklarım oldu. Onları eskilcikle birlikte alıp-sattığım ayakkabı parasıyla büyüttüm. İş sahibi yaptım.
Bu meslekte çok ilginç şeyler başımdan geçti. Fakat bir sarhoşun iki garip çocuğa ayakkabı alışını unutamıyorum. İzmir’den arkası açık kız ve erkek çocuklar için ayakkabı getirmiştim. Yukarı köylerin birindendi. Adamın adı Ahmet mi, İbrahim mi şimdi unuttum. Bayramdan iki gün önceydi. Postane yolundaki dükkânıma geldi.
—Selam usta.
—Aleyküm selam, dedik.
—Bu iki çocuğa beğendikleri ayakkabıyı ver. Çocuklara birer çift yazlık ayakkabı giydirdim. Sevinerek birbirlerine baktılar. Kendi çocukları değildiler. Zira “baba” demiyorlardı. Onlara elli kuruş bozuk para verdi.
—Haydi, dondurma alın, dedi.
Çocuklar sevinçle koştu. Parmağından yüzüğünü çıkardı.
— Bak Arif Usta şu an üzerimde para yok. Bu yüzüğü rehin bırakıyorum. Bir hafta sonra gelip paranı vereceğim. Adamı tanıyordum. O yıllarda söz ağızdan çıktığında senet sayılırdı. Kötü rüya görmektense, uyanık yatmak iyidir diye düşünerek, yüzüğü cebime attım.
Yedi-sekiz gün sonra şoför yine geldi. Cebinden bir tomar para çıkardı. Bana dönerek;
—Borcum kaç para? Ödeyeyim. Sen de yüzüğümü ver.
O hesabı öderken, çırağa koş iki tane çay getir diye tembihledim. Şoföre;
—Ayakkabı aldığın çocuklar senin değil mi?
—Hayır. Birisi ablamın çocuğu. Babasını üç yıl önce kaybettik. Diğeri de akrabam değil. Annesi olmayan öksüz bir çocuk. Bizim köyden. Bizim kızın iyi arkadaşı.
—Bravo, şoför arkadaş sana.
—Çocukları sevindirmek insanlık borcumuz dedi.
Dükkân çıkıp giderken arkasından baka kaldım. Sarhoş adamdan da böyle vicdanlı insanlar çıkarmış. Kendi çocuğuna bile beş kuruş harcamayan babalara göre, bu adamın yaptığı çok büyük insanlık. İçimden şöyle dua ettim:
—Bu adam gibi iyi insanları çoğalt Allah’ım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.